YAVUZ SULTÂN SELîM
HÂN;
Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslâm
halifelerinin yetmiş dördüncüsü. Sultan İkinci Bâyezîd Hanın oğlu olup, annesi
Dulkadirli âilesinden Âişe Hâtundur. 1470 yılında Amasya’da doğdu.
Şehzâdeliğinde, devrin âlimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Arap,
Fars dilleriyle yüksek din ve fen ilimlerini öğrendi. Askerî sevk ve idâre ile
devlet yöneticiliğini öğrenmesi için şehzâdeliğinde Trabzon Vâliliğine
gönderildi.
Trabzon’da başlayan devlet
idâreciliğinde, pehlivan yapılı vücûdu, devrin silâhlarını kullanmadaki
mahâreti, Müslümanlara hayranlık ve rahatlık, düşmanlara korku ve dehşet verdi.
İdâreciliğini Trabzon dışına da taşırarak, Osmanlı Devleti aleyhine propaganda
yapan âsileri tâkip ettirdi. Trabzonluları rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç
sefer yaptı. 1508 Kütayis Seferinde Kars, Erzurum, Artvin illeriyle on beş
mahalli fethederek Osmanlı topraklarına kattı. Buralarda yaşayan Gürcülerin
hepsi Müslüman oldu. Diğer taraftan Şah İsmâil’in Doğu Anadolu’da artan ve
Akdeniz sâhilleriyle İç Anadolu içlerine ve Rumeli’ye kadar varan propagandasına
karşı, gâyet şiddetli tedbirler aldı. Şah İsmâil’in gâyesi ve propagandasının
neticesini iyi tespit ettiğinden, daha köklü tedbirler alınması gerektiğini
teşhis etti. Vâlilik selâhiyetiyle bütün ülkede, Şâh İsmail’in faaliyetlerinin
önüne geçilemeyeceğini bildiğinden, şehzâdeler meselesinden faydalanarak,
Osmanlı tahtına namzed oldu. Babası İkinci Bâyezîd Han hayatta olmasına rağmen,
Şehzâde Ahmed ve Korkud Osmanlı Sultanı olmak için faaliyetlerde bulunduğundan,
Şehzâde Selim de harekete geçti. Uzun mücâdelelerden sonra, 24 Nisan 1512
târihinde, Osmanlı Sultanı olup, babası İkinci Bâyezîd Hanı yılda iki milyon
akçe tahsisatla Dimetoka’ya, büyük hürmet göstererek maiyetiyle berâber yolcu
etti. Babası 26 Mayıs 1512 târihinde yolda vefât edince, cenâzesini İstanbul’a
getirtti. Bâyezîd Câmii yanına türbe yaptırıp, buraya defnettirdi.
Sultan Selim Han, tahta geçtikten sonra 1512 ve 1513
yıllarında iç meseleleri halletti. Ülke içinde hâdise çıkartan ve ilerisi için
büyük tehlike olabilecek râfizi faaliyetlerin teşvikçisi, doğudaki Sâfevî
devletine karşı sefere çıkmadan batı, kuzeybatı ve güney hudutlarını emniyete
aldı. Eflâk, Boğdan, Macar, Venedik ve Mısır elçileriyle sulhun devâmını teyid
eden antlaşmalar imzâladı.
Bu sırada Akkoyunlu
Devletini ortadan kaldıran, Âzerbaycan, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab ve İran’ı ele
geçirerek Ceyhun Nehrine kadar hududunu genişleten Şah İsmail, sünnî Özbekleri
de yendikten sonra, Anadolu’ya yönelmişti. Gönderdiği dâî ve halifeleri
vâsıtasıyla Osmanlı hudutları içinde yaşayan Şiîleri kendisine bağlıyor ve
fırsat buldukça da isyanlar çıkartıyordu.
Şah
İsmail’in bu tehlikeli teşebbüslerini önlemenin tek çıkar yolunun, Anadolu’da
Şiîliğin gelişmesini önlemek hattâ kökünü kazımak olduğunu biliyordu. Bunun için
İran’da kurulan Şiî devletlerin ikide bir Osmanlı Devletini tehdit etmesine ve
batıya karşı açılan her seferde Osmanlıyı arkadan vurmasına son vermek
emelindeydi. Bu sebeple daha önceki Osmanlı sultanlarının Avrupa fütuhâtını
doğuya çevirdi. Bu sâyede İslâm âlemini birleştirmek, Anadolu Türklüğü ile Orta
Asya’yı birbirine yaklaştırmakla Asya ve Afrika’daki devletlerin Osmanlı
hâkimiyetine girmesi mümkün olacaktı. Yavuz SultanSelim Han topladığı olağanüstü
dîvânda, Şah İsmail’in yaptığı saldırıları bir bir anlattı. Dîvânda yapılan uzun
müzâkerelerden sonra İran’a sefere karar verildi.
Sefer hazırlığı esnâsında, şehzâdeliğinden beri tespit ettirdiği bozguncuları,
memleket aleyhinde çalışanları sürgün, hapis ve gerekli olan cezâlarla
cezâlandırdı. Sultan Selim Hanın âsi, hâin ve ahlaksızları Anadolu ve Rumeli’den
temizlemesi, Türkiye’nin birlik ve berâberliği, ülke bütünlüğü için çok yerinde
isâbetli bir karar oldu. Bu arada sefer hazırlıklarını tamamlayan Yavuz, 20
Nisan 1514’te Üsküdar’a geçerek orduyu hümâyun ile İran Seferine çıktı.
Anadolu’dan takviye kuvvetleri alınarak ilerlendi. Şah İsmail, yiğitlik harcı
olan er meydanına dâvet edildi. Meydana çıkmayınca, Sâfevî topraklarına girildi.
Şahın, Sultan Selim Hana karşı ülkesini müdâfaa etmemesi üzerine ikinci bir nâme
gönderildi. Bu nâmede; Osmanlı ordusunun uzun bir yoldan gelip epeyden beri
muhârebe için ordu aramasına rağmen meydana çıkan olmadığı, pâdişâhların
ellerindeki memleketlerin nikâhlıları olduğu, erkek ve yiğit olanın onu
nâmahreme dokundurtmayacağından bahsedilerek, miğfer yerine yaşmak, zırh yerine
çarşaf giymesi tavsiye edildi. Kadın elbiselerinden hırka, şal ve çarşaf
gönderildi. Osmanlı ordusunun aylardır yolda bulunması, sefer güzergâhını
Sâfevîler çekilirken tahrip etmesi, Şah İsmâil’in ajanlarının faaliyetleri,
Yeniçeriler arasında hoşnutsuzlukların çıkmasına sebep oldu. Sultan Selim Han
sefer bozguncularına, meselenin gâyet hassas olduğu bu safhasında aldığı kesin
ve kararlı tedbirle mâni oldu. Çadırına ok atacak kadar ileri gidildiğinde
askere verdiği nutuk, harp psikolojisinin şaheserlerindendir. Bu nutukla; hedefe
daha varılmadığını, seferden aslâ dönülmeyeceğini, cihad için çıkılan bu
seferden hâtunlarını düşünenlerin dönebileceğini, yiğit olanın gelmesini
isteyip, tek başına da olsa gideceğini, bütün heybet ve azâmetini göstererek,
gür sesiyle söyledi. Sultan Selim Hanın nutku asker arasında çok tesirli oldu ve
ordu onu tâkip etti. Bu arada Sâfevî ordusunun ÇaldıranOvasında olduğu haberi
alındı. Çaldıran’da mevzii alındı. Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı
ordusu ile İran Şahı İsmail-i Sâfevî kumandasındaki Sâfevî ordusu, 23 Temmuz
1514 târihinde Çaldıran Ovasında muhârebeye tutuştu. Çaldıran Ovasında yapılan
meydan muhârebesi, Osmanlı zaferiyle neticelendi. Şah İsmâil-i Sâfevî tahtını,
tacını ve hanımını muhârebe meydanında bırakarak, kaçtı. Sâfevî başşehri
Tebriz’e kadar ilerlendi. Şah İsmâil, İran içlerine kaçtı. Sultan Selim Han,
Tebriz’e girip, şehirde kaldı. Tebriz’de Cumâ selâmlığı yapıp, hutbeyi aslına
uygun olarak, dört halîfeyi zikrettirerek, adına okuttu. Tebriz’deki âlim, sanat
erbâbı, tüccar âilelerini İstanbul’a gönderdi.
Sultan Selim Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için, kışı Âzerbaycan’daki
Karabağ’da geçirmek istedi. Başşehirden çok uzakta bulunulması bâzı devlet
adamları ve askerlerin hoşnutsuzluğuna sebep olunca, Amasya’yâ hareket etti.
Amasya’da fesatçıları cezâlandırdı. Doğu ve güney hudutlarının emniyet altına
alınması gerekiyordu. Çaldıran’da gayret gösteren Bıyıklı Mehmed Ağaya Bayburt,
Erzincan ile Kiğı’nın beylerbeyiliği verilip, âsilerin elindeki Kemah Kalesini
muhâsara etmekle vazifelendirdi. Sultan Selim Han da 1515 Mayıs ayında Kemah’a
geldi. Pâdişâhın da muhâsaraya katılmasıyla, Kemah muhâfızı 19 Mayıs 1515
târihinde kaleyi Osmanlılara teslim etmek zorunda kaldı.
Mısır Memlûkleri ve İran Sâfevîleri
ile Osmanlıya karşı münâsebetleri tespit edilen Dulkadiroğulları Beyliğinin de
Anadolu’nun birlik ve berâberliği için Osmanlı ülkesine katılması gerekiyordu.
Sultan Selim Han, Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşayı 409.000 kişilik kuvvetle
Dulkadirli ülkesinin zaptına gönderdi. Osmanlı kuvetleri, Göksun Muhârebesi ve
Turna (Nurhak) Dağı harekâtında Dulkadirli Alâüddevle ve ordusunu mağlup etti.
Alâüddevle ve oğulları öldürülerek, ordusu bozuldu. Dulkadirli ülkesi bütünüyle
fethedildi. Dulkadir memleketi başta Maraş ve Elbistan olmak üzere bir sancak
hâline getirilerek Şehsuvaroğlu Ali Beye verildi. Bu savaşta büyük hizmetleri
görülen Hadım Sinan Paşa da veziriâzamlığa tâyin edildi. Dulkadirli
topraklarının Osmanlıya katılmasıyla, Mısır Memlûkleri ile hudut komşusu olması
Osmanlı-Memlûk münâsebetlerini gerginleştirdi. Doğu ve güneydeki fetihlere devam
edilerek ÇaldıranZaferinden sonra Osmanlı hizmetine giren; Doğu Anadolu’da çok
hürmet edilen meşhur âlim, târihçi ve yazarlardan İdris-i Bitlisî Osmanlı
nüfûzunu bölgede hâkim kılmak için çalışmaya başladı. Bıyıklı Mehmed Paşa,
Diyarbekir’i zapt etmekle vazifelendirildi. Diyarbekir, bölgenin merkezi
durumunda büyük bir şehir olup, müstahkem kalesi vardı. Şehir ve suru ile
muhâfazasında bulundurulan kuvvet miktarı, Sâfevîlerin batı hududunda set
vazifesi görmekteydi. Bıyıklı Mehmed Paşa, 1515’te Diyarbekir’e karşı harekete
geçerek, şehri muhâsara altına aldı. Sâfevîli muhâfız Karahan, Osmanlının
şiddetli muhâsarasına dayanamayıp, şehri terk ederek, Mardin tarafına çekildi.
19 eylül 1515 târihinde, Diyarbekir’in merkezi olan Âmid kalesi fethedildi.
Mardin’e sığınan Sâfevîli kuvvetler de, meşhur âlim İdris-i Bitlisi’nin
nüfûzuyla bölgeden atıldı. Safevîli Karahan, Ekim ayında Koçhisar mevkiinde
yapılan muhârebede öldürüldü. Osmanlının askerî kuvveti, İdris-i Bitlisî’nin
mânevî tesiriyle, beylerinin çoğu Sünnî olan bölge Osmanlı hâkimiyetini tanıdı.
Çaldıran Zaferi sonrasında, Doğu ve Güney harekâtıyla; Harput, Silvan, Bitlis,
Hısnkeyfâ, Diyarbekir, Urfa, Mardin, Cezîre’den Rakkâ’ya kadar olan Kuzeydoğu
bölgeleri ile Musul havâlisi Osmanlı idâresine alındı.
Sultan Selim Han, 1514 baharında çıktığı İran Seferinden 1515 yazında
döndü. Sefer dönüşünde İstanbul’da devletin idârî, siyâsî, askerî, sosyal,
iktisâdî ve ticârî meselelerinin halline başladı. Sefer esnâsında meydana gelen
hâdiseleri bütünüyle tetkik ve tahkik ettirdi. Devlet adamlarını tek tek
huzûruna çağırıp, hâdiselerin sebep ve suçlularını tespit etti. Yeniçeriler,
suçlarını anlayıp, "Hepimiz günâhkarız!" diyerek, pâdişâhtan af istediler.
Hâdiseleri kökünden hâlletmeye azimli olan pâdişâh, tahkikâtı derinleştirerek
suçluları tespit etti. Hâdiselerden Kazasker Tâcizâde Câfer Çelebi, İkinci Vezir
İskender Paşa ve Ocaktan Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa suçlu bulunarak, huzûra
çağrıldı. Bizzat Câfer Çelebi’ye:
"İslâm askerini
itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezâsı nedir?" diye fetvâ istedi.
O da:
"Eğer sâbit olursa
cezâsı îdâmdır." deyince:
"Senin fesadın, bence
gerek lâhikan ve gerek sâbıkan sâbittir ve kendi hakkındaki fetvâyı kendin
verdin." diyerek suçluları Dîvân-ı hümâyûn önünde îdâm ettirdi.
Pîrî Mehmed Paşayı yeni bir donanma ve tersâne inşâ ettirmekle
vazifelendirdi. Sultan Selim Han, istikâmetini gizli tuttuğu sefer için ordu ve
donanma hazırlattı. Seferin tekrar İran’a olduğu tahmin edilmekteyse de,
donanmanın hazırlanışından denizde kıyısı olan Mısır Memlûkleri ihtimâlini
kuvvetlendirmekteydi. Osmanlı-Memlûk münâsebetleri Şah İsmail ve Dulkadirli
meselesinden çıktı. Sultan Selim Hanın, buna rağmen, ikinci sünnî devletin
Haçlılara ve İran Sâfevîlerine karşı ortak mücâdele etmesi gerektiğini belirten
temasları oluyordu. Sultan Selim Han, 1516 baharında veziriâzam Sinan Paşayı
40.000 kişilik bir kuvvetle Maraş üzerinden Fırat tarafına sevk etti. Veziriâzam
Sinan Paşa, Fırat Nehrini geçip, Diyarbekir’e gitmeye memur olduğunu huduttaki
Memlûk beylerine bildirdi. Fırat Nehrini geçmek için izin istedi. Memlûkler,
Suriye hudûdunda kuvvet bulundurduklarından, Osmanlı talebini reddettiler.
Sultan Selim Hana durum bildirildi. Sinan Paşanın Memlûk hudûduna gelmesi
üzerine, Mısır Sultanı Kansu Gûri de 50.000 kişilik bir kuvvetle Şam’a geldi.
Mısır Sultanının durumu Sultan Selim Hana arz edildi. Kansu Gûri’nin Şah
İsmâil-i Sâfevî ile ittifakı ihtimâline karşı, güney hudûdundan ve gerisinden
daha da emin olmak için Mısır Seferine karar verildi.
Müslümanlara işkence ve eziyet edip, Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i sünnet
âlimlerini kötüleyenlere karşı sefere giderken, buna mâni olmak isteyen bir
İslâm hükümdarına karşı ne yapmak lâzım geldiğini âlimlere sordu. Âlimler, sefer
açılabileceğini bildirdiler. Hilâfeti de himâye eden Memlûklere karşı sefer için
fetvâ alınıp harp etmek meşrulaşınca, kendi kumandasındaki kuvvetlerin
Kayseri’de toplanmasını emretti. Ayrıca Rumeli Kâdıaskeri Zeyrekzâde Rükneddîn
ile ümerâdan Karaca Paşayı Kansu Gûri’ye elçi gönderdi. Osmanlı elçisi, Mısır
Memlûk Sultanından, İran üzerine hareketle oraları bozgunculardan
temizleyeceğini ve kendisine hayır duâ edilmesini istiyordu. Kansu Gûri,
Osmanlıların Dulkadirli topraklarının zaptını uygun karşılamadığından, eçlileri
önce hapsettirdiyse de, sonra serbest bırakıp, Sultan Selim Hana yüz kantar
şeker ve büyük kutularla helva gönderdi. Sultan Selim Han, 1516 Haziranında
Mısır Seferine çıkıp, Osmanlı Donanması da Suriye sâhillerine gönderildi. Sultan
Selim Han, Mısır elçisi Moğolbay’ı ülkesine geri gönderirken:
"Efendine söyle, Mercidâbık’ta karşıma çıksın." dedi.
Memlûk Sultanı Kansu Gûri, yanında Abbâsî Halîfesi Üçüncü
Mütevekkil olduğu halde Mercidâbık’a geldi. Sultan Selim Han kumandasındaki
Osmanlı ordusu da, Mercidâbık’a gelip, Kansu Gûri kumandasındaki Memlûk ordusu
ile, 24 Ağustos 1516 târihinde muhârebeye tutuştular. Muhârebe Osmanlıların
üstün harp gücü ve teknik imkânlarıyla zaferle sonuçlandı. Son Abbâsî Halîfesi
Üçüncü Mütevekkil Sultan Selim Hanın yanına getirilip, çok hürmet
gösterildi.
Suriye Osmanlı hâkimiyetine geçti.
Suriyeliler, Osmanlı adâlet ve Müsâmahalarını iyi takdir ettiklerinden halk ve
kale muhâfızları şehirlerin anahtarlarını SultanSelim Hana kolayca teslim
ettiler. Sultan Selim Han; Halep, Hama, Humus ve Şam şehirlerine girdi. Üç ay
kadar Şam’da kaldı. Memlûk Sultanı Kansu Gûri, Mercidâbık Muhârebesi sonrasında
vefât ettiğinden, Mısır Kölemenleri de Tomanbay’ı sultanlığa getirmişlerdi.
Sultan Selim Han, Tomanbay’a Osmanlı hâkimiyetini tanıması şartıyla, antlaşma
teklifi için iki elçi gönderdi. Osmanlı elçileri, Sultan Tomanbay’ın arzusu
dışında, Kölemenlerce öldürüldü. Sultan Selim Han, Osmanlı elçilerinin
katledilmesini harp sebebi saydı.
15 Aralık 1516
târihinde Şam’dan Mısır Seferine çıktı. Mısır’ın merkezi Kâhire’ye ulaşmak için
Sina Çölünü geçmek gerekiyordu. Eski fâtihlerin bütün teşebbüslerine rağmen,
kurak ve çorak çölün geçilmesi imkânsız gibi olduğundan vezir Hüseyin Paşa başta
olmak üzere Mısır Seferine îtiraz edildi. Sultan Selim Han îtirazları susturmak,
ordu bozanlığın önüne geçmek için, Vezir Hüseyin Paşayı, îdâm ettirdi. Osmanlı
ordusu Sina Çölünü günde ortalama otuz kilometre yürüyüşle bir haftada geçerek,
harp târihinde rekor yaptı. Sina Çölünü geçerken şu vak’a o târihten beri
menkıbe olarak anlatılır:
Sina Çölünde yıllardan
beri yağmur yağmamasının verdiği kuraklıkla, müthiş çoraklık, ıssızlık ve kum
fırtınası vardı. Pâdişâh, devlet adamları ve süvâriler ata binmiş hâlde çölde
ilerlerken SultanSelim Han bir ara atından iner. Sultanın piyâde yürüyüşüne
geçmesiyle, bütün devlet adamları ve süvâriler attan inerler. Başta Sultan Selim
Han ve bütün ordu kurak ve çorak Sina Çölünde piyâde yürüyüşü yaparlar. Ordu
harap ve bîtab bir hâle gelir. Fakat, Sultan Selim Han, büyük bir edeb ve hûşu
içinde yürümektedir. Sebebi sorulunca; bütün heybet ve azâmetinden sıyrılıp,
sâkin ve edeple buyurur ki:
"Önümüzde, fahri
kâinat Resûlullah efendimiz hazret-i Muhammed yürümükteyken at üstünde gitmekten
hayâ ederim."
Sina Çölünü geçerken yağmur da
yağıp, kolayca Mısır’a ulaşırlar.
21 Ocak 1517
târihinde Kahire’ye çok yakın Birk-ül-Hac mevkiinde konaklandı. 22 Ocak 1517
günü Kâhire yakınlarındaki Ridâniye’de Osmanlı-Memlûk muhârebesi başladı. Sultan
Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu, Tomanbay kumandasındaki Memlûk ordusuna
karşı Ridâniye’de zafer kazandı. Memlûk Sultanı Tomanbay, Kahire’den çekildi.
Sultan Selim Han, Kahire’ye 15 Şubat 1517 târihinde parlak bir merâsimle girdi.
20 Şubat Cumâ günü Melik Müeyyed Câmiinde okunan hutbede kendisi için söylenen
"Hâkim-ül-Haremeyn-iş-Şerifeyn" ünvânını kabul etmedi. Mübârek makamlara
hürmeten ünvânındaki "Hâkim" kelimesi yerine hizmetçi mânâsındaki "Hâdim"i
getirtip, "Hâdim-ül-Haremeyn-iş-Şerîfeyn" (Mekke ve Medîne’nin Hizmetçisi)
ünvânını aldı. Bunu belirtmek için de sarığının üstüne süpürge biçiminde sorguç
taktı.
Sultan Selim Han, 1516 Ağustosundan beri
yanında bulunan son Abbâsî Halifesi, Üçüncü Abdülazîz el-Mütevekkil-al-Allah
Muhammed’in rızâsı, Kâhire’den Osmanlı merkezine gönderilen Câmi’ül-Ezher
Medresesi âlimleri ve İstanbul’daki âlimlerin meclisinde ittifakla varılan
kararla, Osmanlı pâdişâhlarına Sultanlık ünvânı ile berâber, İslâm âleminin
etrâfında toplandığı"Hilâfet" makâmı da verildi.
Sultan Selim Hanın kazandığı Ridâniye Zaferi ile; Mısır, Arabistan Yarımadası
Osmanlı hâkimiyetine geçti. Kızıldeniz’e ve Hind Okyanusuna inilip, Kuzey Afrika
hâkimiyet yolu açılarak Osmanlı hududu Atlas Okyanusuna dayandırıldı.
Venedikliler Memlûklere verdikleri, Kıbrıs Adasının haracını Osmanlılara
göndermeye başladılar. Hicaz ve Orta Doğudaki mübârek makamlar Osmanlı hizmetine
açıldı. Mübârek emânetler İstanbul’a getirtilerek, İstanbul şereflendi. Buralar
nâdide eserlerle süslendi. Sultan Selim Han, 4 Haziran 1516’da çıktığı
MısırSeferinden 10 Eylül 1517’de Kahire’den hareket ederek, 25 Temmuz 1518’de
İstanbul’a döndü. İstanbul dönüşü Şam’a uğrayıp, kabrini yaptırdığı büyük İslâm
âlimi, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin türbe ve câmiini merâsimle açtı.
Muhyiddîn-i Arabî’nin türbedarı firâsetle Sultan Selim Hanın çok yaşamayacağını
da söyledi.
Sultan Selim Han, Mısır Seferi
dönüşü, İstanbul’dan Edirne’ye geldi. Avrupa devletlerinden Macaristan ve
Venedik, eski sulh antlaşmalarını yenilemek, İspanya da Osmanlı Devletiyle
dostâne münâsebetlerde bulunmak istediler. SultanSelim Han, Osmanlı Devleti,
bütün İslâm âlemi için büyük tehlike arz eden Sâfevîli Şah İsmail’in
faaliyetlerinin önüne geçmek için, Avrupa devletleriyle antlaşmaları
yeniledi.
Safevîli Şah İsmâil’in kumandasındaki
İran ordusu, Osmanlılar ile meydan muhârebesi yapmak cesâreti gösteremiyordu.
Böyle olmasına rağmen Sâfevîli propagandacılar, Osmanlı ülkesinde faaliyet
göstererek, âsi taraftarlar bulup, bunları isyana hazırladılar. Bunlardan
Bozoklu Şeyh Celâl, Kalender kıyâfetinde Turhal’a gidip bir mağarada riyâkârca
münzevî hayat yaşadı. Çevresinde propaganda yapıp, câhil kimseleri etrâfında
topladı. Yakında Mehdî yâhut Mesih geleceğini söyleyip, kendini Mehdî îlân etti.
Mehdîliği îlânıyla berâber, etrâfında toplanan 20.000 süvâri ve piyâdeden
meydana gelen silâhlı kuvvet kurdu. "Şâh Velî" ünvânı alıp, saltanatını îlân
ederek, çevrede istilâ hareketine başladı. Bozoklu Celâl, Turhal’dan Ankara’ya
yürüdü. Sultan Selim Han, isyânın üzerinde hassâsiyetle durup, müdâhale ettirdi.
RumeliBeylerbeyi Ferhad Paşa ve Maraş Vâlisi Şehsuvar oğlu Ali Bey isyanı
bastırmakla azifelendirildi. Şehsuvaroğlu âcilen âsiler üzerine kuvvet sevk
etti. Âsi Celâl, üzerine kuvvet sevk edilmesi üzerine, Şah İsmâil tarafına
kaçarken Erzincan Akşehiri’nde yakalanıp, taraftarları ile birlikte öldürüldü.
Bundan sonra, Râfizî isyanlarına "Celâlî Vak’ası" denildi.
On altıncı yüzyılda Osmanlı kara ordusu, dünyânın en büyük
ordusuydu. Sultan Selim Han, kara askerine verdiği önemi donanmaya da verdi.
İstanbul’da ilk tersânenin yapımını 1515 yılında başlatıp, 1516’da bitirdi.
Gelibolu’daki büyük tersâne, Sultan Selim Han devrinde önemini korudu.
Mısır’dayken, Memlûkler zamânında Kızıldeniz’de donanma kumandanı olan Selman
Reis, huzûra gelince, Osmanlı hizmetine alındı. Cezayir hâkimi Barbaros
Hayreddîn de Sultan Selim Hana elçi gönderip, yardım istedi. Barbaros’un Osmanlı
hizmetine girmesiyle, Akdeniz Türk Gölü olma yoluna girdi. Donanma faaliyetini
tamamlayan Yavuz, devrin büyük âlimi Kemâl Paşazâde’ye niyetinin feth-i
Efrenciye, yâni Avrupa olduğunu bildirmişti. Ancak yüce Hakan’ın yine Eyyûb
Sultan Türbesini ziyâretle başladığı bu seferine yakalandığı amansız şirpençe
hastalığı mâni oldu.
Çorlu’da başhekim
nezâretinde tedâvi gördü. İki ay hasta yatıp, 22 Eylül 1520 târihinde Cumâ
akşamı Osmanlı karargâhının bulunduğu Çorlu’nun Sırt Köyünde vefât etti.Vefât
etmeden bir müddet önce yanında bulunan Hasan Can; "Sultanım Allah’ı hatırlamak
zamânıdır." deyince Yavuz Sultan Selim Han:
"Lala, Lala bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun. Cenâb-ıHakk’a
teveccühümüzde bir kusur mu gördün?" buyurmuş ve Yâsin-i şerîf okumasını
istemişti.
Kendisi de onunla birlikte okurken
rûhunu teslim etmiştir.
Cenâzesi İstanbul’a
getirilip inşaatını başlattığı Sultan Selim Câmii yanına defnedildi. Yerine
Osmanlı Sultanı olan oğlu Sultan Süleyman Han tarafından câmi tamamlanıp, kabri
üstüne türbe de yapıldı.
Sultan Selim Hanın
Sandukasının üstünde büyük âlim Ahmed ibni Kemâl Paşanın kaftanı örtülüdür.
Örtünün konması meşhur rivâyette şöyle anlatılır: Sultan Selim Han MısırSeferini
tamamlayıp, Kahire’den Şam’a dönerken, yolda, o sırada Anadolu Kâdıaskerliği
vazifesini yapan Ahmed ibni Kemâl Paşazâdeyi yanına çağırdı. Sohbet ederek
giderlerken, İbn-i Kemâl’in atı birdenbire bir su çukuruna bastığı için Sultan
Selim Hanın üstü başı ıslanıp, kaftanı çamur oldu. İbn-i Kemâl Paşa telâşa
düşünce, azametiyle meşhur olan Sultan Selim Han; "Bir âlimin atının ayağından
sıçrayan çamur, benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukanın
üstüne koysunlar!" deyip, sırtından kaftanı çıkarıp, saklattı.
Doğu Anadolu, Kuzey Irak, Lübnan, Suriye, Filistin, Mısır ve
Hicaz’ın fethiyle Osmanlı Hânedanına Halifelik makâmını ve mübârek emânetleri
kazandıran Sultan Selim Han, sekiz buçuk yılda devleti iki kat
büyüttü.
SultanSelim Han devrin meşhur
âlimlerinden, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ile ilmî sohbet edip, ona hürmet
gösterirdi. Sofiyye-i âliyyenin büyük âlimi Muhyiddîn-i Arabî’nin Şam’daki
kabr-i şerîfini tespit ettirip yanına câmi, türbe, imâret yaptırdı. Seferlerinde
evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin türbesini ziyâret ederdi.
Ehl-i sünnete çok hizmet edip, İslâm âlemi için büyük tehlike olan Sâfevîli Şah
İsmail’in ideolojisinin yayılmasını önleyerek İran’da mahsur bıraktı. Çok
heybetli olup, azâmetinden çevresindekiler titrediği hâlde, âlimlere, halkına
karşı tevâzu sâhibiydi. Devamlı; "Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş. Bir
velîye bende olmak cümleden âlâ imiş." buyururdu. Çok mütevâzi olup, sâde
giyinirdi. Muhteşem Osmanlı Devletinin en son din olan, İslâm âleminin lideri
olmasına rağmen Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklandığından debdebe ve
şaşaadan uzak hayat sürerdi. Bir defâsında oğlu Şehzâde Süleyman çok süslü bir
elbiseyle huzûruna girince;
"Süleyman annen ne
giysin!" diyerek sitem etmişti. Arapça ve Farsçayı çok iyi bilip, edebiyat,
târih ve coğrafyaya da meraklıydı. Farsça ve Türkçe şiirleri olup, Farsça
Dîvân’ı Almanya’da yayınlanmıştır.