Küba‘nın Sağlık
SistemiKüba, 11
milyon nüfus ve 111 bin km2 yüzölçümüne sahip, kilometre kareye
95 kişilik nüfus yoğunluğu bulunan, göreceli olarak düşük bir
yaşam standardında ve gelişmekte olan bir ülke olmasına karşın,
sağlık alanında göstermiş olduğu büyük performans ile özellikle
son yıllarda tüm dünyanın dikkatini çekmektedir.
Küba, 1959 Devrimi’nden sonra halk sağlığı konusunu öncelikli
alanlar arasına almış ve çok kısa bir süre içinde sağlık
sisteminde amaçladığı hedeflere ulaşmayı başarmış bir ülke
olarak görülmektedir.
Devrimden önce, çoğu özel çalışan 6 bin hekim, 20 hastane ve bir
tıp fakültesi bulunan bu ülkede, o zamanlar ortalama yaşam
beklentisinin 60 yaşın altında olduğu bildirilmektedir. Difteri,
tetanoz, boğmaca, kızamık gibi enfeksiyon hastalıklarının o
zaman en büyük ölüm nedeni olduğu ve bebek ölümleri oranının da
% 6’da bulunduğu bildirilmiştir. Bugün ise 61 .200 hekim, 21 tıp
fakültesi ve 200 hastane bulunmaktadır. Doktorların büyük bir
bölümünün (>%50) aile hekimi olarak çalıştığı bildirilen Küba’da
doğum sonrası ölüm oranının % 0.6 olduğu ve bu oranla dünyadaki
ilk 25 ülke arasında yer aldığı ortalama yaşın da 76 olduğu
bildirilmektedir. 184 kişiye bir doktorun düştüğü bu ülkede,
kişi başına doktor sayısı bakımından da dünyada ilk sırayı
aldığı öne sürülmektedir.
Küba adı pek çok şey çağrıştırıyor. Bu çağrışımlardan biri de,
sağlık. Üstelik, en önemlilerinden biri. Sağlıkta ne oldu da, bu
kadar önem kazandı? Bunu saptayabilmek için, UNİCEF’ in
verilerine bakmak gerekir :
1959-99: Tam 40 yıl. Değişimi gösteren verilerde, 1960 yılında
beş yaşın altındaki her 1000 çocuktan 87’si (bazı yerlerde 54’
ü) ölürken, 1980’ de bu sayı 27’ ye (bazı yerlerde 22’ye), 1996’
da ise 10 düşürülmüştür. Bazı kaynaklar, bu rakamın 9’ a
düştüğünü gösteriyor. Yine, 1960’ da yeni doğan her bin çocuktan
62’ si (bazı yerlerde 39’ u) bir yaşını doldurmadan ölüyorken,
bu sayı, 1980’de 19, 1996’ da 9 olmuştur. 1960 yılında 63 olan
doğumda beklenen yaşam süresi, 1996’ da 76’ ya yükselmiştir.
1965- 80 yılları arasında, yılda % 1 5 olan nüfus artışı,
1980-96 arasında % 0.8’ e düşürülmüştür.
Anne ölümleri 100000’ de 118.2’den (1960), 29.2’ye (1989), akut
ishale bağlı ölümler 57.3’ den 2.7’ ye, bulaşıcı ve paraziter
hastalıklara bağlı ölümler 94.4’den 8.6’ya düşürülmüştür. Kronik
hastalıklara bağlı ölümlerden 1972-88 arasında kalp hastalıkları
(196.2’ den 176.4’e), kanserler (122.6’ dan 114’ e), damar
hastalıkları (71.1’ den 59.7’ye), pnömoni ve enfluenza (45.2’den
33.8’e), böbrek hastalıkları (10.8’ den 7.2’ye) ve diğer birçok
hastalıklardan ölümler azaltılırken, sadece şiddete bağlı
ölümler (kaza, intihar, cinayet) ve diabete bağlı ölümlerde
artış olmuştur.
Dünyadaki 189 ülke arasında, sağlık ölçütleri en iyi olan ilk 30
ülkeden biri olan Küba, Latin Amerika ve Karayipler Bölgesi’ nde
en iyi durumdaki ülkedir. Ustelik 1955 yılında doğumda beklenen
yaşam beklentisi açısından (59,5 yaş) Paraguay, Arjantin ve
Uruguay’ dan, bebek ölüm hızı açısından (binde 81)yine aynı
ülkelerden daha kötü durumdayken bu düzeye ulaşmıştır. Beş yaş
altı ölüm hızı ve bebek ölüm hızı 10 olarak kabul edilen Küba’
ya en yakın düzeydeki ülkeler Jamaika (11 ve 10), Şili (1 3 ve
10), Kosta Rika (15 ve 1 3), Trinidad Tobago (1 7 ve 15), Panama
(20 ve 18), Uruguay (22 ve 20)’ ken, nüfusça Küba’ ya en çok
benzeyen Nikaragua, El Salvador, Honduras, Haiti ve Dominik
Cumhuriyeti’ nde sağlık ölçütleri oldukça kötüdür. Latin Amerika
ve Karayipler Bölgesinde beş yaş altı ölüm hızı binde 43
(dünyada 88), bebek ölüm hızı 35 (dünyada 60)’ tir.
Küba, sağlığı ilgilendiren bazı alanlara çok net müdahaleler
ederek, bu başarıyı elde etmiştir. Orneğin, suya ve
kanalizasyona. Bugün kentlerde nüfusun tamamına yakını, kırlarda
ise % 85”i temiz içme suyuna ulaşabilmektedir. Bu oran 1953’ de
sadece % 35’ di. Oysa Latin Amerika ve Karayipler’ de insanlar,
su ve kanalizasyon konusunda Küba kadar şanslı değildir. Bu
müdahale ile, bulaşıcı hastalıklar sorununu önemli ölçüde çözen
Küba’ ya karşın, Bölgede kentlilerin %88’ i, kırda ise yandan
azı temiz suya ulaşabilmektedir. Küba’ nın sağlık başarısının
arkasındaki bir başka etmen de, tıpkı Çin’ de olduğu gibi,
beslenmeye, özellikle de çocuk ve anne beslenmesine önem
vermesidir. Bir başka önem verilen konu, insanların eğitimidir.
Ozellikle kadınların eğitimine ağırlık vererek, sağlık da dahil,
bir çok konuda aşamalar kaydetmiştir. Latin Amerika ve
Karayipler’ de yetişkinler arasında okuryazarlık oranı
erkeklerde % 88, kadınlarda %85 iken, bu oranlar Küba’ da, %96
ve 95’ tir. İlkokula kayıt oranının % 89-90, beşinci sınıfa
kadar okuma oranının % 74, orta öğretime kaydolma oranının ise %
52-56 olduğu bir bölgede, Küba, sırasıyla % 99, % 94 ve % 70-79’
luk oranlarla, eğitime verdiği önemi yaşama da geçirmenin bir
görüntüsünü vermektedir.Üstelik, , eğitimde erkek-kadın
dengesizliği, giderek ortadan kaldırılmış, hatta kadınlar lehine
bir sürece de girilmiştir.
Küba, sağlık sorunlarını çözmede, bir de aşılama alanındaki
başarıları ile adım atmıştır. Verem aşısında % 99, DBT’ de %100,
Polio’ da %93, Kızamık’ da %94’ lük aşılama oranlarına sahiptir.
Yine, ishalli bebekler için kullanılan ağızdan sıvı tedavisini
yaygınlaştırarak, bu alandaki sorunları azaltmıştır. Sağlığın
iyileştirilmesinde, bir başka etken, kadınların doğurganlığının
azaltılmasıdır. 1960’ da 4,2 olan toplam doğurganlık oranı,
bugün 1.6’ dır. Oysa, bölgede bu oran, 2.8’dir. Sağlık personeli
ile yapılan doğumları % 90’ a çıkaran Küba, bu şekilde bebek ve
anne ölümleri konusunda olumlu bir gelişme sağlamıştır. Bir de,
tüm bu gelişmeleri sağlayacak bir sağlık örgütlenmesi
oluşturmuştur, Küba. 1980’ li yılların ikinci yarısından
itibaren de, sağlık alanına, bütçenin %23’ ünü aktararak...
Üstelik, bu oran, sağlığa bütçenin ortalama % 5’ ini ayıran bir
bölgede yaşama geçirilmiştir.
Özetle, Küba’da devrimin 40 yılda sağlık alanında yaptıkları,
“atla deve” değildir. Altyapıya, beslenmeye, kadınlar ağırlıkta
olmak üzere eğitime önem verilmesi, tüm nüfusa parasız ve eşit
sağlık hizmeti sunulması, bu hizmeti sağlayacak tüm ülkeyi
kapsayan sağlık örgütlenmesi. Sonuç; Dünya Sağlık Örgütü’ nün
ifadesi ile, “2000 Yılında Herkes İçin Sağlık Hedefleri” nin
Küba’ da 15 yıl önce gerçekleşmesi !
DEVRİM SAGLIĞA NELER GETİRDİ?
Devrim öncesi, tüm diğer Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi,
“büyük kentlerde daha çok orta sınıflara paralı hizmet veren
büyük özel sağlık kuruluşları ile, diğer kesimlere yönelik
hizmet sunan küçük sağlık kuruluşları, hekimlerin kırlardan çok
kentlerde yoğunlaşması ve eşitsiz dağılımı” şeklinde
özetlenebilen bir tablo egemendi. 1 960’da oluşturulan ve daha
çok koruyucu hekimlik ağırlıklı hizmet veren devletin sağlık
hizmetleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Sağlık ve Sosyal
Refah Bakanlığı ile, daha kapsamlı bir çerçeveye ulaştı.
Kentlerde yaşayan yoksul kesimler için hastaneler açan bakanlık,
bu arada çevre sağlığı hizmetlerine de girişti. Sağlık alanında
üzerinde durulması gereken bir nokta da, yine diğer Latin
Amerika ülkelerinde olduğu gibi, şeker kamışı alanında bulunan
büyük şirketlerin, çalıştırdıkları işçiler için kurdukları küçük
hastanelerdir.
1910-25 yılları arasında, Küba’da sağlık alanında önemli
kazanımlar yaşanmış, aşılama ile çiçeğin kökü kazınmış, bir
sivrisinek ile bulaşan “yellow fewer” denilen hastalık da
eradike edilmişti. Sosyal güvence konusunda ise, 1916’da sadece
işçilere yönelik, sınırlı sosyal sigorta yasası ile, 1934’de
çalışanların eşleri ve kadınlar ile ilgili analık sigortası akla
gelebilir. 1930-40 yılları arasındaki dünya bunalımı, Küba’da
sağlık alanında yeni bir yönelime yol açtı. Sabit gelirli
insanlara verilen sağlık hizmetinin kapsamı genişletildi, yeni
hastaneler açıldı, yerel yönetimlerin sağlıkta ağırlığı
arttı,vb.
1959’ daki devrim, sağlık alanındaki tabloya müdahale etmeden
önce, Sağlık Bakanlığı örgütlenmesi, sağlık ve refah olarak iki
alt birime ayrılıyordu. Sağlık departmanı, daha çok koruyucu
hekimlik ve sağlık personeli ile ilgili sorumluluğa sahip,
kendisine bağlı 6 eyalet ve 126 bölge temelindeydi. Yoksullar
için 46 hastane, 1 dispanser, 13 kan bankası ve küçük bir diş
servisine sahip olan Refah departmanı ise, ayrıca büyük
kentlerde Kızılhaç desteği ile kurulan, birkaç ilk yardım
merkezini de işletiyordu. Ayrıca tüberküloz, lepra, sifilis,
çocuk, vb konularda da alt birimleri olan Sağlık Bakanlığı’nın
bizdeki Hıfzısıhha Enstitüsü’ ne benzer, kurucusunun adı ile
anılan Carlos Finlay Enstitüsü vardı. Ülkede devrim öncesi
bulunan 6421 hekimin % 77’ si tam zamanlı ya da yarım zamanlı
olarak, özel sağlık sektöründe çalışıyordu. Yaklaşık 28500
hastane yatağının ise, sadece 9000’ i, Sağlık Bakanlığı’ na
aitti. Ek olarak, Küba’ nın her eyaletinde bir askeri hastane
vardı.. Sosyal güvece, iş kazaları ve analık ile sınırlıydı.
Doğum servisleri ise, sadece 4-5 hastanede, sınırlı yatak
sayıları ile, mevcuttu. “Oriente” Eyaleti’ nde büyük bir
uluslararası tekel olan United Fruit Şirketi’ nin, kendi
çalışanlarına hızmet veren büyük bir özel hastanesi vardı. Tabi
ki, işçi ve işveren katkıları ile çalışıyordu. Ulaşım işçileri
ve öğretmenler sendikalarına ait de, iki özel hastane vardı.
Yanı sıra, çok sayıda dini ve hayırsever kuruluş da, sağlık
alanında kurum işletiyordu. Küba’ da farklı toplulukların kendi
sağlık programları da söz konusuydu. İspanyol sömürgecilerin 19.
yüzyılda kendileri ve aileleri için kurdukları bu sistemin
yanında, Avusturyalılar ve Galiçyalılar’ a ait programlar vardı.
Sonuçta, devrim öncesi Küba’ da, küçük sayıda varlıklı kesimin,
tümüyle özel hekim ve hastanelerden sağlık hizmeti aldığı;
nüfusun yaklaşık yüzde 10’ unu oluşturan orta sınıf ve vasıflı
işçilerin topluluk örgütlenmesi şeklindeki sağlık
örgütlenmesinden yararlandığı; köylülerin ve kent
proletaryasının ise yetersiz personel ve altyapısı olan hükümete
ait hastane ve sağlık kurumlarından hizmet aldığı bir tablo
vardı.
1959 Ocak ayında, iktidarı alan Fidel Castro ve arkadaşları, tüm
alanlarda olduğu gibi, sağlıkta da bir yeni rüzgar estirmeye
niyetliydiler.
İlk adım, “Halk Sağlığı Bakanlığı”ydı! İlk altı ayda çok küçük
değişikliklerin yapıldığı sağlık alanında, ilk değişim, bir
gerilla liderinin(aynı zamanda genç bir ortopedist) Sağlığı
Bakanı olmasıydı: Dr. Martinez Pais. sağlık alanından çok,
gerilla savaşına ilişkin birikimi olan bir savaşçıydı.
ABD ambargosunun, hemen devrim sonrası gündeme gelmesi ile eş
zamanlı olarak, sağlık alanında sosyalist bir yönelime giren
Küba, ilk olarak Sağlık ve Sosyal Refah Bakanlığı’ nın merkezi
düzeyde yeniden organizasyonuna başladı. 1961 ‘de adı Halk
Sağlığı Bakanlığı olarak değiştirilen (MINSAP) bakanlık, tıp
eğitimi, hastane ve poliklinikler, ilaç üretimi ve tıbbi
donanım, hijyen ve epidemiyoloji, planlama ve finansman olmak
üzere beş bakan yardımcılığına bölündü. Yine altı eyaletin her
birine, doğrudan bakana bağlı sağlık müdürü atandı. MINSAP’ ın
işlevleri 15 maddede özetlendi: koruyucu ye tedavi edici sağlık
hizmetlerinin tüm nüfusa yaygınlaştırılması; ana ve çocuk
sağlığı hizmetlerine önem verilmesi; erişkinler arasında
sağlığın geliştirilmesi; kültür-fizik ve sporda tıbbi
kılavuzluk; kır ve kentte çevre sağlığının iyileştirilmesi; işçi
sağlığının korunması; hastalıkların kontrolü; besin ve ilaç
kontrolü; sağlık istatistikleri; sağlık eğitimi; hastane yapımı
ve izlenmesi; gelişen bilimi sağlık hizmetlerine uyarlanması;
araştırma; ulusal ilaç üretimi. Bu hedefleri gerçekleştirmek
için, ulusal planlama içinde sağlığın planlanması, tüm sağlık
etkinliklerinin tek bir yerde birleştirilmesi, koruyucu ve
tedavi edici hizmetlerin entegrasyonu, standartların
merkezileşmesi ve icranın yerelleştirilmesi, tüm etkinliklerin
kolektif yönetimi, sağlık görevlerine halkın katılımı, çalışma
için bilimsel bir temel, tüm toprakların sağlık hizmeti
kapsamına alınması, uluslararası işbirliği
Devrimden önce, Küba’da sadece bir tıp fakültesi vardı. Öğretim
üyelerinin hemen hepsi, özel bir sağlık kuruluşu sahibiydi.
Devrimden sonra, öğretim üyelerinin % 90’ı, hekimlerin de
yaklaşık yarısı, ülkeyi terketmişti. Genellikle tüm toplumsal
dönüşüm ve devrimlerde olduğu gibi, hekimler Küba’da da
ayrıcalıkları tehlikeye gireceği gerekçesi ile ülkeyi terk
etmişlerdi. Çoğunun Batista rejimi ile ilişkileri iyiydi; çoğu,
önemli ölçüde toprak sahibi ya da sanayi kuruluşuna ortaktı;
özel hastalardan aldıkları paralarla önemli gelir elde
etmişlerdi; nitelikleri itibarıyla başka ülkelerde, özellikle
ABD’ de iş bulma olanakları yüksekti; küçük burjuva mantıkları
ile, Küba Devrimi’ ni gelecekleri için bir tehlike olarak
görüyorlardı. Bu nedenler, Küba’ lı hekimlerin, devrimden sonra
kaçmalarının gerekçeleri oldu. Hekim açığını kapatmak için, 1
962’de ikinci bir tıp fakültesi açılırken, 1966 ve 1 968’de de
iki fakülte daha açıldı. 1980’ İi yıllarda, artık, yılda 2000
hekim yetişiyordu. Bu arada, yaklaşık % 7-8 oranında yabancı
ülkeden gelen hekim vardı.
Altı yıllık tıp eğitiminin, bir yılı hastanede intern’ lük
şeklindeyken, diğer ülkelerdeki tıp eğitiminden farklı olarak,
11 temel ilkeye sahiptir: temel olarak Marksizm-Leninizm
öğretileri, dogmatizm ve pragmatizme karşı bilimsel düşünce,
teori ve pratiğin kaynaştırılması, temel ve klinik bilimlerin
birliği, sağlık ve hastalıkta psikolojik etmenlerin yeniden
tanımlanması, insani ve sosyal bir tıp konsepti, tıp eğitimi
içinde üretken el emeğinin hesaba katılması, sosyalist ekip
çalışmasının oluşturulması ve burjuva bireyciliğinin yok
edilmesi, tıp eğitiminin bir parçası olarak geniş bir kültürel
eğitim, korumaya öncelik, ulusal sağlık hizmetlerinin yönetsel
yapısına uyum. Mezun olduklarında Küba yemini de eden hekimler,
3 yıl kırsal bir bölgede zorunlu hizmet yapmaktaydı. Devrim
öncesi, kırsal yörelerde hiç hastane yokken, 20 yılda 57 hastane
açıldı.
1980’li yılların başında yaşanan bazı olumsuzluklar, ilk kez
sağlık alanında sıkıntıların yaşanmasına ve de eleştirilmesine
yol açtı. Bizzat Castro’nun kendisi, sağlık alanındaki
olumsuzlukları eleştirerek, “sosyalizmde toplumsal kalkınma
olmadan, ekonomik kalkınma olmaz” ilkesini hatırlatmıştır. Bu
bağlamda, ilke olarak, ekonomik sıkıntıları sosyal alanlara
yansıtmamayı sürdürmeye çalışan Küba, “sağlık, devrimin bir
önceliğidir” ve “sağlık ve eğitim, devrimin en önemli
edinimidir” yaklaşımını korumaya özen göstermiştir.
Ambargonun Sağlık Etkileri:
1. Gıda maddelerinin yeterince bulunamaması, her şeyden önce
insanların beslenmesini etkilemektedir. Bu da en çok, çocukları,
sonra da gebe kadınlar ve hastalarla yaşlıları etkilemektedir.
Bu arada, “karaborsa” sektörü için gün doğmakta, dolayısı ile
eşitsizlikler açısından uygun ortam yaratılmaktadır.
2. Tedavi hizmetleri açısından, en önemli sıkıntı ambulans
hizmetleri ile ilgilidir. Ambulansların çalışması, benzin ve
yedek parça eksikliğinden olumsuz etkilenmektedir. Yine aynı
sıkıntılar, hastanelerde yatan hastaları, ameliyatları, teşhis
işlemlerini de etkilemektedir.
3. Sağlık personeli de,
işe geliş gidişin uzamasından fazla çalışmak zorunda kalmaya,
sağlık dışı işlerle uğraşmak durumunda kalmaktan eksik malzeme
ile mesleklerini yapmak konumunda olmaya kadar birçok sıkıntı
ile karşı karşıya kalmıştır. Ünlü çocuk hekimi Benjamin Spock
Haziran 1993’de Küba’ya yaptığı ziyaretle ilgili izlenimlerini
şöyle aktarıyordu: “Küba’ yı geçen Şubat’ ta tekrar ziyaret
ettiğimde, muhteşem hastanelerde çocuk doktorlarının bütün
sabahlarını çocuklar için gerekli olan ve çok az bulunan
ilaçları sayarak geçirdiklerini keşfettim...Bir kreşin müdürü, 7
yaşından büyük bütün Kübalı çocuklar için olduğu gibi okul
öncesi çağdaki çocukların da süt ihtiyaçlarını artık
karşılayamaz hale gelme korkusu içinde perişandı... Kübalı
çocuklardan ilaç ve yiyeceği esirgeyen bir ambargo konusunda ne
hissetmemiz gerekiyor? Ben utanç hissediyorum!”
4. Tüm teşhis süreçleri-yetersiz de olsa-işlese bile, ilaç
hammaddesi ithalindeki sıkıntılar, tedavide kullanılan ilaçların
sayısını azaltmakta, önemli hastalıklarda kullanılan ilaçların
bulunmamasına yol açmaktadır. ABD ilaç şirketleri, Küba’ya ilaç
ve ilaç hammaddesi ticaretini engellemekle kalmamakta, sınırlı
dahi ortak olduğu diğer ülke şirketlerinin de Küba’ ya
ticaretine engel olmaktadır. Tüm bu sıkıntılar aşılsa da, ABD ya
da diğer Batı ülkelerinden ithal edilen ilaçlar, her zamankinden
pahalı olmaktadır. Bu pahalılıkta, taşıma ücretlerinin
yüksekliği, Küba’ ya ihracatın “riskli” oluşu gibi etmenlerin
etkili olduğu da ifade edilmektedir. Örneğin, 1981 yılında çıkan
“hemorajik dengue” salgınında, tedavi için gerekli ABD kaynaklı
ilaçları veya sivrisineklerin hastalığı yaymasını engellemek
üzere kullanılacak dezenfeksiyon aletlerini satın alamayan Küba,
durumun aciliyeti nedeni ile söz konusu ilaç ve cihazları daha
pahalı olarak Avrupa’ dan almak zorunda kaldı. Yine, fizik
tedavi alanında kullanılan malzemelerinin % 80’ini 10 yıl
boyunca Hollanda’ dan ithal eden Küba, 1991 ‘de ABD yetki
vermediği için, bu malzemeleri alamaz hale geldi. ABD yasakları
yüzünden Arjantin’ den diyaliz cihazları, Fransa’dan röntgen
yedek parçaları, Japonya’ dan ultrason cihazları, İsveç’ten
elektroforez cihazları, Almanya’ dan manyetik rezonans
cihazları, vb alınamamıştır. Diyabetiler için insülin üretimi
yapan firmaların en önemlisi, ABD kökenli Lilly’dir. Bu firma,
Küba’ ya satışı durdurunca, insülin Avrupa’dan daha pahalıya
alınmak durumunda kalınmaktadır. Küba’lı bilim adamlarının New
York ve Los Angeles’teki eğitim ve kurslara katılmaları, vize
verilmeyerek engellendi. Bu tür oldukça fazla örnek yaşandı.
5. Tıbbi bilgi ulaşmasında da sorun yaşanmaktadır. Döviz
sıkıntısı ve ambargo nedeni ile Küba’ lı hekimler ve bilim
adamları, mesleki birikimlerini geliştirme olanaklarından yoksun
kalmaktadırlar. İletişimdeki sorunlar da, bilginin ulaşmasında
engel oluşturabilmektedir. Özellikle, Küba’daki devrime
karşıtlık üzerinde oluşmuş “Küba Demokrasi Hareketi”, bilimsel
bilginin Küba’ya ulaşmasını engellemede oldukça etkili
olmaktadır. Tıp eğitiminin niteliği de etkilenmekte, tıp
öğrencileri, uygulamalı eğitim konusunda sıkıntı
yaşamaktadırlar. Bu sıkıntıyı sadece Küba’ lı öğrenciler değil,
Küba tıp fakülteleri ve diğer tıp okullarında okuyan binlerce
yabancı öğrenci yaşamaktadır. 1990’da 16700 yabancı öğrenci,
Küba okullarından mezun olurken, bu sayı 1991 ‘de 2219 olmuştur.
6. Eczanelerde rafların boşalması, sağlık kurumlarında sunulan
hizmetin kalitesinin düşmesinin yanı sıra, temel
gereksinimlerini karşılama konusunda sıkıntılarla karşılaşan
Küba halkı, stresin yaşamında önemli sorun olduğunu görmektedir.
Temel gereksinimleni karşılayamama, fuhuş olgusunun da
yaygınlaşmasını gündeme getirebilmektedir.
7. Küba’daki kriz, Küba Hükümeti’nin yıllardır üçüncü dünyaya
yaptığı felaketler ve salgınlarda tıbbi malzeme, yardım ve
insangücü yardımı;:bilimsel araştırma yardımı, aşılama ve eğitim
yardımlarını da olumsuz etkilemiştir. 1980’ lerde üç kıtada
yaklaşık 36 ülkeye, en az iki yıllığına 2000-3000
sağlık.çalışan4 gönderen Küba’nın yardımları kesilmek zorunda
kalmıştır~
8. Ambargonun yanısıra, Mart 1993’de yaşanan ‘Asrın Fırtınası”,
Küba’nın büyük bölümünü harabeye dönüşmesine, tarımdan
limanlara; altyapıdan hastane ve okullara kadar çok sayıda
binanın .tahrip olmasına, 150 bin insanın evsiz kalması, içme
suyu ve gıda depolarının zarara uğramasına yol açarak,Küba’da
yaklaşık olarak 1 milyar dolar zarara mal olmuştur. Aynı yıl
Haziran ayındaki sel ise, 200-300 milyon dolarlık bir zarar
yaratmıştır.
Bu arada, ekonomik krizin ortasında, esrarengiz bir hastalık
olarak nitelenen “nöropati” salgını da, 1991 yılının sonlarından
sonra, Küba halkını önemli ölçüde etkiledi. “Optik nöropati,
ağrı, zayıflık, kol ve bacaklarda karıncalanma ve koordinasyon
kaybı” ile seyreden bu salgının nedeni tam olarak tespit
edilememekle birlikte, bunda kötü beslenmenin (toksik maddeler
ve viral ajanların da) etkisi olduğu düşünülmektedir. 1991 -93
yılları arasında yaklaşık 45 bin insanın yakalandığı bu
hastalığın nedeninin belirlenmesi konusunda çok sayıda Küba’ lı
ve yabancı bilim adamı çalışırken, hastane yataklarının %
30’unun bu hastalar için ayrıldığı, bu hastalığın önlenmesinde
tüm halka vitaminli tabletler dağıtıldığı, 1993 yılında yaklaşık
100 milyon dolar paranın sadece bu hastalık için harcandığı bir
başka gerçekliktir.
Bu faktörlerin tümü, devrimden sonraki en büyük krizini yaşayan
Küba’ nın bu yıllarında yanyana gelmiştir. Devrim boyunca elde
edilen kazanımların ciddi tehlikede olduğu bu dönemde, sağlık
hizmetlerinin aynı kalitede sürdürülmesi mümkün olamaz hale
gelmiştir. 30 yıllık ABD ambargosunun Kübalılara maliyeti,
yaklaşık 40 milyar dolar olmuştur.
Küba 1990’Iı yıllarda girdiği ekonomik krizin etkilerini en çok
1990’ların ilk yarısında yaşamış, ancak daha sonra bu etkilerin
azaltıldığı bir döneme geçmiştir. “İnsanların acılarından para
kazanmama” ilkesi, Küba’yı 40 yılda, tüm sıkıntılara karşın,
sağlığın ve “mutluluğun resmi” haline getirmiştir. Ambargo, bu
resmi bozabilecek midir? Bugüne kadar ki gelişmeler, bunun
mümkün olmadığını gösteriyor...
Sağlık Sektörünün Finansmanı ve Harcamalar
Küba sağlık sistemi, bütünüyle, sağlık sektörünün planlı
hedeflerine ulaşmayı ve bütçe kaynaklarını etkin biçimde
kullanmayı hedefleyen devlet tarafından finanse edilmektedir.
Devlet, koruyucu ve rehabilite edici hizmetleri (yalnızca primer,
medikal ve dental hizmetleri değil, aynı zamanda en sofistike
teknolojileri kullanan hastanecilik hizmetlerini de içerecek
biçimde) parasız sunar.
Hospitalize hastalar ve gebeler için tanısal testler ve tedavi
ile ayaktan tedavi hizmetlerindeki bazı programlar parasızdır.
Aile bütçesi ayaktan tedavi hizmetlerinde yazılan ilaçların
çoğunu, işitme, ortopedik, diş cihazlarını, tekerli sandalye,
koltuk değneği gibi tedavi giderlerini, gözlük masrafını
karşılayacak durumdadır. Ancak bütün bu durumlarda tedavi
giderleri düşüktür ve devlet tarafından sübvanse edilmektedir.
Düşük gelirliler finansal yardım alırlar ve ilaç ve protez gibi
bazı hizmetler için para ödemezler.
Sağlık finansmanı yüksek derecede desantralize edilmiştir. Kamu
sağlığı harcamalarının %92.6’sı belediye bütçelerinden finanse
edilir. Belediyeler ayrıca eğitim finansmanının %82.O’ını ve
sosyal yardım finansmanının da %92.4’ünü karşılarlar. Son
yıllardaki güç ekonomik koşullara rağmen kamu sağlık harcamaları
düzenli olarak artmaktadır ve bu Küba’nın kamu sağlığındaki
başarısının arkasında bulunan politik isteği göstermektedir.
1994’teki toplam sağlık harcaması miktarı 1061.1 milyon peso
tutmuştur ve bu miktar 1989’dakine göre %17 lik bir fazlalık
anlamına gelmektedir. Bu mutlak artış, kamu sağlık
harcamalarının GDP içindeki, toplam harcamalar içindeki ve kamu
harcamaları içindeki görece artışından ileri gelmektedir. 1994
de kamu sağlık harcamalarının GDP içindeki oranı %7.8, toplam
harcamalar içindeki oranı %7.5, kamu harcamaları içindeki oranı
%14.6 olarak gerçekleşmiştir. Yatırım harcamalarında önemli
azalma vardır. Yatırım harcamalarının toplam harcamalar içindeki
oranı 1984 yılı için %3.1 ‘dir. Ancak bu azalma sağlık
sisteminde ciddi bir zarara neden olmamıştır. Bunun nedeni, bu
sektörde 1980’ler boyunca, ekonomik krizin başlamasına kadar
olan dönemde güçlü bir yatırım uygulamasının gerçekleştirilmiş
olmasıdır.